musun?" dedi. "Evet, dedim. Çok sevdiğim bir sevgili 'Ne ararsan kendinde ara.' derdi. Ama ben hâlâ bulamadım ve de sadece aramakla zaman kaybediyorum." dedim. Bana delikli paravanın arasından baktı sanki ve "Hâlâ 'ben' dediğin için göremiyorsun, aslında çoktan buldun. Bulduğun şeyin ne olduğunu bilmiyorsun, hepsi bu!" dedi.
Önümüzdeki günlerde bir daha hiç çıkmadı sesi. Kayboldu sanki. Ben de kapatmıştım kendimi her şeye. Artık fazla yiyemiyor, içemiyor; tek başıma parklarda, bahçelerde dolaşamıyor, kuşların bana ne söylediğini onsuz anlayamıyordum. Daha da kötüsü hayal kuramıyor, yazamıyordum artık. Bu süreç yaklaşık iki hafta kadar sürmüş olsa da, bana asırlar gibi geldiğini biliyorum.
Yine kendimi çok yalnız hissettiğim bir akşamüstü kafamdaki karamsar sesleri attığımı farkettim. Artık içime ve dışıma mutlak sessizlik hakimdi. Yalnızlık hissediyordum, çünkü o yoktu. Fakat içimde tarifi imkansız bir huzur vardı. Hüzün ve huzur bir aradaydı ve ben bu birlikteliğin uyumunu çok sevmiştim. Bu huzuru bir kahve ile taçlandırarak kendimi ödüllendirmek istedim ve koca bir fincan sade, az şekerli kahve hazırladım kendime. Kahvemi içerken belli belirsiz bir tebessüm vardı dudaklarımda. Kahvenin yanındaki buz gibi sudan bir yudum alırken gözlerimi kapadım ve inanılmaz bir şey oldu: Yemyeşil bir ormanın içinde, tertemiz bir nehrin kenarında bana elleriyle su uzatan o idi. Gülümsüyordu; sıcacık bir gülümseme. Ellerini alıp ağzıma götürdüm ve suyu onun ellerinden içtim. Görüyordum artık. İyi ama nasıl tanımıştım?! Ah, işte işin güzelliği de burda. O hep benimleydi çünkü. Doğduğum andan beri benimle olan ruhumdu o. İyilikleri simgeliyordu. Çocukluğumdan beri bana iyi şeyleri aşılayan, öğreten, tecrübe ettiren öğretmen de oydu. O benim hayat bilgisi öğretmenimdi. Ağzını açtı ve ciddi bir ifadeyle:
Yine kendimi çok yalnız hissettiğim bir akşamüstü kafamdaki karamsar sesleri attığımı farkettim. Artık içime ve dışıma mutlak sessizlik hakimdi. Yalnızlık hissediyordum, çünkü o yoktu. Fakat içimde tarifi imkansız bir huzur vardı. Hüzün ve huzur bir aradaydı ve ben bu birlikteliğin uyumunu çok sevmiştim. Bu huzuru bir kahve ile taçlandırarak kendimi ödüllendirmek istedim ve koca bir fincan sade, az şekerli kahve hazırladım kendime. Kahvemi içerken belli belirsiz bir tebessüm vardı dudaklarımda. Kahvenin yanındaki buz gibi sudan bir yudum alırken gözlerimi kapadım ve inanılmaz bir şey oldu: Yemyeşil bir ormanın içinde, tertemiz bir nehrin kenarında bana elleriyle su uzatan o idi. Gülümsüyordu; sıcacık bir gülümseme. Ellerini alıp ağzıma götürdüm ve suyu onun ellerinden içtim. Görüyordum artık. İyi ama nasıl tanımıştım?! Ah, işte işin güzelliği de burda. O hep benimleydi çünkü. Doğduğum andan beri benimle olan ruhumdu o. İyilikleri simgeliyordu. Çocukluğumdan beri bana iyi şeyleri aşılayan, öğreten, tecrübe ettiren öğretmen de oydu. O benim hayat bilgisi öğretmenimdi. Ağzını açtı ve ciddi bir ifadeyle:
- Şimdiden sonra asla yalnız olmayacaksın! Beni gördüğüne göre sonsuza kadar birlikteyiz. Yalnız, tek bir şartım var: Beni kırarsan seni ömür boyu yalnız bırakırım, dedi.
Hafif çekingen, hafif şımarık bir ifadeyle:
- İnsan ömür boyu kalbinin içinde taşıdığı sevgilisini, ona hayatı öğreten usta bir ruhu nasıl kırıp da terkedebilir ki? Eğer bir hata yaparsam uyar beni ki, şımarıp da yolumu şaşırmayayım, dedim.
Güldü ve "Hadi bakalım! Geri dönelim mi artık?" dedi. Başımı salladım.
Dönerken yol boyu kuşlarla konuştuk.
Artık ben de dillerini anlayabiliyor fakat konuşamıyordum. Onu da öğrenecektim zamanla.
Artık sürekli hayalini kurduğum yolun üzerinde ilerliyordum ve en gerekli dostum yanımdaydı. Hayatın karamsarlıkları ve yalnız olduğunu düşünenleri sevmediğini çok iyi biliyordum.
Artık akşamüstlerini çok seviyor, güneşin batışını sevgili ruhumla, öğretmenimle izliyordum. Kalbim ve aklım ruhuma itaat ediyor, vücudum bu üçlüye eşlik ediyordu. Hiçbir şey bilmiyor, kabımı hep boş bırakıyordum onların yanında. Çünkü ancak boş iken yeni şeyler öğreniyor, yolumda daha engelsiz yürüyebiliyordum.
'
Ben' değil, 'Biz' diyordum artık. Hatta içimden yalnızca 'Sen' diyordum ona.
Artık bu kadar yakınlaşmıştık.
Boş bir bardağa bakıp "Bu bardak tıka-basa dolu." demeyi öğrenmiştim artık!
Dönerken yol boyu kuşlarla konuştuk.
Artık ben de dillerini anlayabiliyor fakat konuşamıyordum. Onu da öğrenecektim zamanla.
Artık sürekli hayalini kurduğum yolun üzerinde ilerliyordum ve en gerekli dostum yanımdaydı. Hayatın karamsarlıkları ve yalnız olduğunu düşünenleri sevmediğini çok iyi biliyordum.
Artık akşamüstlerini çok seviyor, güneşin batışını sevgili ruhumla, öğretmenimle izliyordum. Kalbim ve aklım ruhuma itaat ediyor, vücudum bu üçlüye eşlik ediyordu. Hiçbir şey bilmiyor, kabımı hep boş bırakıyordum onların yanında. Çünkü ancak boş iken yeni şeyler öğreniyor, yolumda daha engelsiz yürüyebiliyordum.
'
Ben' değil, 'Biz' diyordum artık. Hatta içimden yalnızca 'Sen' diyordum ona.
Artık bu kadar yakınlaşmıştık.
Boş bir bardağa bakıp "Bu bardak tıka-basa dolu." demeyi öğrenmiştim artık!
Şu an o akşamüstlerinden birinde onunla birlikte yazdığımız bu tamamen gerçek hikayeyi düşlerinize sunduk. Kahvemiz bitmek üzere. Suyumuzdan bir yudum daha alıp gün batımını izlemeye gideceğiz. Hoşçakalın!
Rüya Perisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız benim için çok değerlidir.