Rüyamda uçurumun kenarında devam eden daracık toprak bir yolda yürüyordum, sağımda ve solumda yemyeşil, yüksek ağaçlar vardı. Ve muhteşem bir esinti. Esintiyi hissediyordum. Bugün bile sorsalar o rüyanın gerçek olduğuna yemin edebilirim. Size anlatırken hala o geceki gibi karışık hisler içerisindeyim; karışık ve harikulade! Neyse efendim, kusuruma bakmayın n'olur. Dedim ya, anlatırken bile heyecan içerisindeyim. Yol demiştim değil mi? ...
Yolda ilerliyorum, hafif hafif serin bir rüzgar esiyor, saçlarımın yüzüme değişini, rüzgârın omuzlarıma dokunarak geçişini izliyorum yukarıdan; yattığım yerden. Ağaçların bittiği yeri görüyorum önümdeki yokuşun bitiminde, güneş tüm gücüyle sanki o tepede aksediyor. Bütün haşmetiyle ısıtıyor seçtiği şanslı tepeyi. İlerideki tek tük meşe ağaçlarının yapraklarının yeşilini açıyor araya altın sarısı karıştırarak. Ağaçların bittiği yerde hafif pembelikler görüyorum, merak ediyorum onların ne olduklarını ve hızlı hızlı yürümeye başlıyorum. Ben hızlandıkça rüzgâr da benimle yarışırcasına hızlanıyor. İşte tam o zaman burnumda o mis kokuyu hissediyorum. Çok eskilerden tanıdığım huzur ve mutluluk dolu bir koku bu, fakat ne olduğunu bir türlü kestiremediğim. İyice hızlanıyorum. Yaklaştıkça bu kokunun adeta cennet kokusu olduğunu düşünüyorum, hatta haddimi aşıp rüyamda kendi kendime mırıldanıyorum: "Bu koku cennetin kokusu, eminim. Fakat nasıl olur da bu kadar tanıdık gelir?" Artık koşuyorum o kokuya doğru. Cennetin kokusu beni çağırıyor şimdi. "Gel!" diyor, "Huzura gel!". Huzura gidiyorum, artık uçtuğumdan eminim. Ve karşımda sonsuz bir gülistan görüyorum. Meğer gül kokusuymuş benim cennetimin kokusu. Gül kokusundan mayhoş ve sarhoş olmuş bir halde gözlerimi kapatıyorum. Gözümün önüne gelen hayal sonsuz bir umman üzerinde milyarlarca gül oluyor. Kırmızı, pembe, beyaz, sarı; ve hatta yeşil ve mor güller var şimdi kapalı gözlerimin önünde. Deryanın üzeri gökkuşağı. Gözlerim kapalı gül bahçesine kendi etrafımda dönerek gidiyorum. Rüya bu ya, gül bahçesine girdiğimde aslında ortada herhangi bir gül bahçesinin olmadığını, kendimi yolun sonundaki uçurumdan aşağıya bıraktığımı görüyorum. Başta tedirgin oluyorum; düşme korkusu var. Fakat aşağıya baktığımda, düşeceğim yerin gözlerimi kapattığımda gördüğüm güllerle kaplı derya olduğunu görünce içimi derin bir huzur kaplıyor. Masmavi, ucu bucağı olmayan bir umman bu. Ve huzur kokuyor, cennet kokuyor, aşk kokuyor. Hayatın tüm anlamının aslında o deryada olduğunu düşünüyorum düşerken. Düşüyorum ve düşümden uyanıyorum o müthiş kokuyla. Şimdi siz buna "Yalnızca bir rüya canım, ne var ki bunda?" diyebilirsiniz. Peki uyandığımda yattığım odanın içinin sabaha kadar gül kokmasına ne diyeceksiniz? Ve gül bahçesine girmeden hayatın anlamını anlayamayacağım, o deryayı tadamayacağım için o gül bahçesinin bana kapılarını sonuna dek açıp "Gel!", "Huzura gel!" deyip beni huzuruna çağırışına ne diyeceksiniz? Çağırdığı anda yalnızca onun kokusunu hissetmeme izin verip, ardından beni kandırırcasına uçurumdan atmasına ne demeli ya?
...
Neyse efendim, işte böyle. Bu rüyanın etkisinden hiç çıkmadım. Gerçek olduğuna da hala yemin edebilirim. Ah, çenem düştü; sizin de çayınız soğudu. Tazeleyeyim en iyisi. Kurabiyelerden alın lütfen...
Rüya Perisi
Gerçekten hoş bir rüya. Fakat anlatımı ve betimlemeler aslında bu hoş rüyaya hayat veren. Ellerinize sağlık Rüya Hanım.
YanıtlaSilYazana değil yazdırana bak! :) O huzur dolu rüya beni benden geçirdi, onun izleri bunlar. Yine de çok teşekkür ederim Orkun bey :)
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil