Bir Masanın Hikayesi
Saçlarını arada hafif hafif dağıtan bahar esintisi kendisini sokak kıvrımlarında, yokuş başlarında daha çok hissettiriyordu. Varacağı yer konusunda hislerine her zaman güvenirdi; nitekim bir anda önünde durduğu evin doğru ev olması da bu güveni fazlasıyla onaylar gibiydi. Evin bir metre gerisinden aldığı kokular bu hislerini kuvvetlendirmişti; pudralı salatalık, krem, kavun kokusu ve biraz da bahar temizliği kokusu. Büyük ahşap mavi kapının bronz rengi kapı tokmağını tam ittirecekken kapı kendiliğinden gıcırdayarak açıldı. Bahçeden mutfak penceresine doğru yaklaştıkça pudralı salatalık ve bahar temizliği kokusu artıyor, üzerine bir de taze limon ve ıtır kokuları ekleniyordu. Belli ki ilkyaz günlerini bu bahçede iliklerine kadar hissedecekti bugün. Bir yerden çocukken çok sevdiği kuş düdüğü sesi geldi. Kafasını yukarıya kaldırdı ve etrafına bakındı. Kuş düdüğü sesinin hangi kuşun sesine benzediğini hep merak etmişti, fakat ne kadar baktıysa da hangi kuştan geldiğini bulamadı. Etrafına bakınmışken bu evin bahçesinin diğer evin bahçesinden biraz daha küçük ama tam Alina'nın sevdiği gibi daha gölgelik olduğunu farketti. Mutfağın penceresine yanaştı, ellerini gözlerinin iki yanına koyarak gözlük yapıp başıyla birlikte cama yasladı ve Alina'nın mutfaktaki dalgın mutluluğunu izlemeye koyuldu. Alina ne zaman misafiri gelecek olsa saatler öncesinden mutfağa girer, en güzel tariflerini yapar ve neredeyse saatlerce o mutfaktan sofra hazırlamak dışında çıkmazdı. Üstelik yorulmuyordu da, bir çeşit keyifti, hobiydi onun için. Bir gün eski evinin bahçesinde yaklaşık elli kişilik bir yaz partisi vermişti de o gün sorduklarında "Ben mutfaktayken, yemek yaparken yaşadığımı hissediyorum. Neden ille de bahçeli evde otururum diye tutturuyorum sanıyorsunuz? Mutfak pencerem her zaman güzelliklere açılmalı!" demiş ve gülmüştü. O sıralarda o evden taşınmayı düşünüyordu ancak mutfağı güzel olan bir bahçeli ev bulamadığı için bir türlü taşınamamıştı; ta ki bu eve kadar. Bunları düşünerek cama yaslanıp Alina'nın dalgınlığını izlerken kendisi dalmıştı. Alina elinde kekle camın öte yanına yaklaşıp "Bak sana neler yaptım." diyene kadar onun yaklaştığını görmemişti. Görür görmez pencereden uzanarak birbirlerine sarıldılar. Alina "Hiç girme şimdi içeri, her şey hazır. Bu keki de getireceğim, hepsi bu kadar. Sen geç, otur masaya."
Bahar bahçede masa görmemişti. Ne kadar dikkatsizdi son günlerde. Alina kadar dikkatli, yaşadığı her anın, konuştuğu her sözün farkında olabilen bir kadın, hatta bir insan tanımamıştı şimdiye dek Bahar. Yaşına nazaran akıl ve ruh konusunda ne kadar genç kaldıysa, beden yaşı da bir o kadar gençti. Bahar henüz yirmi altı yaşında olmasına rağmen elli beş yaşındaki Alina'nın dikkatinin yüzde beşine bile sahip değildi. Ancak Alina ile birlikte vakit geçirdiği zamanlarda buna şükrediyordu. Alina'dan öğreneceği çok şey olması güzeldi.
"Masa mı? Nerede Alina?"
"Ah Bahar, doğru ya söylemeyi unuttum, arka bahçede masa. Sağ taraftan arkaya dolan."
Bahar en azından koca masayı ve Alina'nın hazırladığı harika sofrayı göremeyecek kadar dikkatsiz bir şapşal olmadığına sevindi.
Arka bahçeye tek sıra taş döşeli yoldan giriliyordu. Yol bittiğinde karşıdaki manzara tam anlamıyla muhteşemdi. Yüksek ağaçların gerisinde birkaç bücür meyve ağacı vardı. Onların aralarına serpiştirilmiş birkaç ferforje bank vardı. Tam ortada çok doğal bir biçimde yerleştirilmiş bir havuz vardı. Etrafında dev çakıl taşlarını andıran kayalar ve aralarındaki çiçeklerle havuz sanki doğanın bir parçasıymışcasına gözleri kendine kenetliyordu. Bahçenin sağ tarafındaki çitlerin önünde sıra sıra ortancalar mavili pembeli dizilmişti. Ortancalar da gölgeyi severdi tıpkı Alina gibi. Ortancaların biraz soluna doğru şemsiye biçiminde bir iki metre aralıklarla dikilmiş dut ağaçları vardı. Altlarına kara dutlar dökülmüştü ve ötüşen küçük kuşlar dutları birbirlerinden kapmaya çalışıyorlardı. Bahar, bu bahçede ömrümün geri kalanını geçirebilirim, diye düşündü. İlerlerken sol tarafına baktı. Yaşlı bir çınar ağacının altında tam manasıyla bir hazine yatıyordu. Bahar'ın gözleri parladı, çünkü masada en sevdiği şeyler ona göz kırpıyordu.
Masa Alina'nın beş yıl önce vefat eden eşiyle bahçeli bir ev hayali kurduğu zamanlarda birlikte yaptıkları ahşap masaydı. Alina her oturduğunda hatırlar, yanındakilere bu masanın hikayesini anlatırdı. O zaman bahçeli bir evde değil, tek göz, küçücük bir apartman dairesinde yaşarlarmış...
Bahar bunları düşünmek yerine bu güzel ve anlamlı masaya saygıyla yerleşti. Alina'nın anlatmasını istiyordu bu hikayeyi. Tekrar tekrar duymak istiyordu. Alina bunu her anlatışında Bahar sanki bu hikayeden yeni bir şeyler öğreniyor, her seferinde farklı biçimde canlandırıyordu gözünde. Bahar masadaki bardaklara kristal sürahinin içindeki Alina'nın harika fesleğenli ve naneli limonatasından doldurdu. Bahçenin sol tarafındaki çitlerin dibine bir sürü sebze ve yeşillik ekmişti Alina. Sıra sıra maydanozlar, marullar, naneler, domatesler, biberler, salatalıklar, havuçlar ve çilekler vardı. Hatta küçücük bir karpuz bile görüyordu Bahar. Onların biraz ötesinde beş saksının içinde fesleğenler duruyordu. Rüzgar estikçe kokuları tüm bahçeye yayılıyordu. Bu kez sesli olarak düşündü "Bu bahçede bütün ömrümü geçirebilirim. Her şey o kadar güzel ki, başka hiçbir şeye ihtiyaç duymam."
Alina Bahar'ın söylediklerinin üzerine gelince "E gel burada benimle kal Bahar, birbirimize arkadaşlık ederiz. Ben de yalnızım, sen de!" dedi ve güldü. Bahar da bir şakaya gülercesine güldüğü için Alina bir anda suratını ciddileştirdi ve "Ben ciddiyim. Senden sıkılırım, yapamam, diyorsan eğer o zaman gel bir ay kal en azından. Ne dersin?"
Alina Bahar'ın söylediklerinin üzerine gelince "E gel burada benimle kal Bahar, birbirimize arkadaşlık ederiz. Ben de yalnızım, sen de!" dedi ve güldü. Bahar da bir şakaya gülercesine güldüğü için Alina bir anda suratını ciddileştirdi ve "Ben ciddiyim. Senden sıkılırım, yapamam, diyorsan eğer o zaman gel bir ay kal en azından. Ne dersin?"
Bahar burada yaşamayı gerçekten çok isterdi. Bir ay kalmak bile yetebilirdi aslında. Ancak hayat şehirde beklemiyordu. Her şeyi bırakıp gitme hayalleri herkes gibi Bahar'da da vardı, ancak o bu konuda oldukça cesaretsizdi. Korkuyordu. İşi, evi, eşyaları, kariyeri, ilgilendiği şeyler... Bunları bırakabilir miydi, önce bunları düşünüp tartmalıydı.
Alina Bahar'ın uzaklara dalmış gözlerinden düşüncelerini duymuşcasına, "Ah be çocuğum, biz de yaşıyoruz. Burada yaşayan o kadar insan nasıl geçiniyor sanıyorsun? Herkes çalışıyor, herkes hayatın bir ucundan tutmuş durumda. Asıl ben o şehirdeki insanların hayatı yakalayamadığını düşünüyorum. Ucundan tutmaya çalışırken yere düşüyorsunuz, hayat akıp giderken sizi de peşinden yerlerde sürüklüyor."
Alina Bahar'ın uzaklara dalmış gözlerinden düşüncelerini duymuşcasına, "Ah be çocuğum, biz de yaşıyoruz. Burada yaşayan o kadar insan nasıl geçiniyor sanıyorsun? Herkes çalışıyor, herkes hayatın bir ucundan tutmuş durumda. Asıl ben o şehirdeki insanların hayatı yakalayamadığını düşünüyorum. Ucundan tutmaya çalışırken yere düşüyorsunuz, hayat akıp giderken sizi de peşinden yerlerde sürüklüyor."
Bahar derin bir ah çekip "Haklısın Alina! Neyse yahu, bunları sonra uzun uzun konuşuruz. Sen bana bu masanın hikayesini anlatsana." Bahar'ın düşünceli halinden eser kalmamıştı hikaye kısmını aklına getirince. Alina:
"Bıkmadın mı?" dedi. Bahar gülümsedi. Alina da güldü ve başladı anlatmaya:
" Yeni evliyiz o zaman. Elimizde avucumuzda yok. Masamızda hayalden başka bir ekmek var bir de çay. Onlar da bize yetiyor. Mustafa marangoz. Biz evlenirken fazla masraf yapmadık ama Mustafa'nın marangoz dükkanı artık hiç para getirmiyor, aksine götürüyordu. Böylece kapattık dükkanı. Büyük bir mobilyacıda işe girdi bizimki. Aradan bir yıl geçti, Mustafa'nın artık iyiden iyiye canı sıkılmıştı. Geçim sıkıntısının haricinde bir de başkalarının yanında çalışmak artık canına tak ettirmişti. Patronu normalde belki iyi bir insandı. Fakat iş ortamında çekilmez haldeydi Mustafa'nın her akşam eve gelip dert yandığına göre. Mustafa bir akşam eve geldiğinde çok sinirliydi. Normalde sinirini hiç bana yansıtmayan adam o gün kavga çıkaracak bahane arar gibiydi. Alttan aldım, belli ki canını işyerinde iyiden iyiye sıkmışlardı. O gün olanları sorduysam da anlatmadı. Sadece 'Son bir işim kaldı orada bitirmem gereken, bizim için. Sonra onlar sağ ben selamet.' dedi. Ne olduğunu sordum, onu da söylemedi; sürprizmiş. Ertesi gün öğleden sonra kapı çaldı. Şaşırdım, Mustafa bu saatte gelmezdi, dedim. Kapıda bir sürü işlenmemiş kesilmiş odunlarla birlikte ,suratında rahatlamış bir gülümseme, öylece duruyordu. En sonunda dayanamamış istifa etmiş sabah gider gitmez. Son işlerini de bitirmiş gelmiş. 'O elindeki odunlar ne?' diye sordum. 'Her gün yemek yerken hayalini kurduğumuz bahçe işte bu.' dedi muzipçe gülerek. Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Meğer bunu tamamlayıp öyle çıkacakmış işten, ama canına iyice tak edince bizim masanın odunlarını da alıp gelmiş. O sıralarda babasının memlekette sattığı bağ evinden dört kardeşe eşit düşen bir miktar para gelmiş Mustafa'ya meğer, bana söylememiş yine sürpriz olsun diye. Beni endişelendiren, o çalışırken geçinemiyorduk, işten çıktı, şimdi nasıl geçineceğiz, düşünceleri ve aklımı kurcalayan maddi sorulardı. Bu para bizi bir yıl geçindirebilecek bir paraydı o zamanlar. Ama Mustafa tutturdu 'Hemen Datça'ya gidip oradan bir arsa alalım.' diye. Sormuş, soruşturmuş daha önce. Çok ucuz arsalar varmış. 'Ben kendi evimi kendim yaparım.' dedi. Sevinsem mi endişelensem mi bilemedim. Birkaç günlüğüne Datça'ya gittik. Mustafa'nın halası Marmaris'te yaşıyordu o zaman, onlarda kaldık. Hayallere kapılıp yanlış bir şey yapmasak bari diye içim içimi yiyordu, sürekli dualar ediyordum. Bir taraftan hayal kurmak da pek tatlıydı. Bana hayal kurmayı ve hayalsiz yaşanamayacağını öğreten Mustafa'm. Ahh, ah! "
Gözleri dolmuştu Alina'nın. Bahar araya girdi "Börekten alsana Alina. Harika olmuş her şey, ellerine sağlık. Mmm, mm!" gülümsedi. Alina, "Afiyet olsun canım." dedi ve o halde içten gülümsedi. Sonra devam etti anlatmaya:
" Datça'dan bir arsa aldık. Necibe hala 'Arsayı aldınız madem, içine evinizi yapana kadar burda kalın. Göndermem. Ne zaman yapacaksınız, hazır elinize para geçmiş...' diye bin bir ısrarda bulununca, e tabii Mustafa'nın da hevesine denk düşünce biz bir ay boyunca orda kaldık. Bir aylık kirayı İstanbul'a ev sahibine gönderdik. Sonra, kendi evimizi tamamlayana kadar ordan bir ev tutmaya karar verdik. İstanbul'da bizi bağlayan bir şey yoktu zaten. Hem halaya çok fazla yük olmuştuk, hem de zaten buraya yerleşmek en büyük hayalimizdi. Şimdiden bu hayalimizi gerçekleştirebilirdik, önümüzde hiçbir engel yoktu. Bir ayın sonunda Datça'dan ev tuttuk. İstanbul'a gittik üç günlüğüne. Tüm eşyalarımızı; pılımızı, pırtımızı ve bahçemizin işte şu şimdi üzerinde yemek yediğimiz emektar odunlarını da alıp kamyonete yükledik ve temelli Datça'ya geldik. Sonraki günler Mustafa'nın halasının da maddi manevi büyük destekleriyle arsada evimizi yapmaya başladık. Necibe Halanın ve Ali Eniştenin arabasıyla arsaya gittik geldik sürekli. Onların tanıdıkları çoktu buralarda. O evin ev haline gelmesinde halanın ve eniştenin emekleri çoktur. Sağolsunlar, bir gün ah etmediler. Neyse işte, bu masayı Mustafa ile ikimizin hayalleri, elleri yaptı. Her bir santimetre karesinde ikimizin dokunuşları var. Bu masaya her oturduğumda Mustafa'dan bir şiir dinliyorum. Bu hikayeyi her anlattığımda üzülmüyorum, bilakis sanki her anlatışımda Mustafa ile aşkımız bir kez daha ölümsüzleşiyor. Az kaldı ya gerçi kavuşmamıza..."
"Aaa, Alina! Böyle konuşma. Ben bu hikayeyi her dinlediğimde bir sürü güzel şey öğreniyorum. Hayatıma güzellikler katıyorum. Bırak da güzel kalsın ağzımızın tadı... Sen anlatırken ben ne çok yemişim! Ellerine sağlık canım Alinacığım."
Bahar Alina'nın keyfini yerine getirmeye çalışıyordu fakat kendisi dalmıştı düşüncelere bir kere. Kederli değildi, hevesli fakat tedirgin düşüncelerdi bunlar. Alina bu sefer masanın hikayesini anlatırken Bahar İstanbul'da aslında kendini de bağlayan bir şey olmadığını düşündü. Cesur olmazsa hayalleri bir gün çürüyüp gidecekti, bunu biliyordu. Ama konuşmak, düşünmek kolay olsa da harekete geçmekti güç olan. Burada kalacağı hafta sonu boyunca bol bol güzel vakit geçirmeli, bunları İstanbul'a gittiğinde düşünmeliydi; tabii düşünmeye vakti kalırsa.
Alina'nı aklına bir fikir gelmişti, ancak dolaylı yoldan söylemek istediği pek açıktı. Pat diye söylenebilecek, anında kabul ettirilebilecek bir fikir değildi anlaşılan. Bu, "Bak sana ne diyeceğim Baharcım..." diye başlayan cümlesinden anlaşılabilirdi. "Datça'daki ev uzun zamandır boş. Kafama göre bir kiracı bulamıyorum. İstiyorum ki o evin hakkını verip de oturan insanlar olsun. Ancak aradığım gibi insanlar başvurmuyorlar. O evin ruhunu söküp yerine ruhsuz ve zengin bir malikane konduracak insanlardan uzak tutuyorum canım evimi. Ben de Mustafa öldüğünden beri üzülürüm diye kalamıyorum orada. Yalnızım neticede..." birkaç saniyeliğine durdu ve Bahar'ın gözlerinin içine baktı konuşmadan bir şey anlatmak istercesine. "Diyorum ki ben bu yaz evin anahtarını sana versem, gitsen, biraz dinlensen. İhtiyacın var. Ama yanında birilerini götür muhakkak. Sıkılırsın bir süre sonra."
Bahar hemen itiraz etti "Olmaz öyle şey Alina. Hem götürebileceğim kimse yok. Sen dedin işte, sıkılırım ben orada."
"Öyleyse ben de geleyim. Hem özledim de. Eğer benden sıkılmazsan birlikte tatil yaparız. Ne dersin? Hem arkadaşlarım ve onların çocuklarıyla birlikte çok eğlenceli günler geçiririz. Komşularım çok eğlenceli, içten, samimi insanlardır. Her anlarını dolu dolu yaşamayı bilen birer bilgedir her biri. Eğlenmeyi de bilirler, dinlenmeyi de. Rahatsız olabileceğin bir şey olmaz. Bak dediğim gibi, eğer biriyle gidebiliyorsan öyle git. Yok seninle giderim ancak dersen, ben de gelirim o zaman."
Bu teklif Bahar'ın aklına yatmıştı. Alina'nın yanında bir insanın sıkılması mümkün değildi zaten. Hem çok neşeliydi Alina, hem de ondan hayata dair bir sürü şey öğrenilebiliyordu bir saat içinde bile. Hem Bahar onun güzel tariflerini de onunla birlikte yapma keyfine varırdı böylece. Alina'yı da o evle barıştırabilirdi. Küs değildi fakat Bahar biliyordu, Alina o eve girmekten korkuyordu. Üzülmekten, delirmekten korkuyordu. Yanında o olunca bu korkusunu yenebilirdi ve yeniden sevebilirdi o evi.
Bahar "Senden sıkılmam mümkün değil." derken gülümsedi ve gözlerini havada olağanüstü bir şey yakalamış gibi bir zaferle kıstı, "Bak bu fikir çok güzel. Ee ne zaman gidiyoruz? Sabırsızlanıyorum şimdiden."
Alina'nın heyecanı da gözlerinden okunuyordu. Sanki üç metre ilerisinde Datça manzarası görünmüş gibi karşısına kilitlendi gözleri; biraz dalgın, biraz hevesliydi bakışları. Mustafa Abi'nin şiirlerinden biri geçiyordu çok açık ki aklından. Bahar Mustafa Abi'nin şiirlerinden birinin en sevdiği kısmını okumasını söyledi Alina'ya. Alina Bahar'a, yakaladın beni, der gibi güldü.
"Kır çiçekleri açmıştır şimdi orada,
Bahçedeki ahşap bankın üzeri kurumuştur artık
Kareli örtümüzü serelim de
Yayılalım mandalinaların arasına..."
Bahar bu şiiri daha önce hiç duymamıştı, oysa Mustafa Abi'nin tüm şiir kitaplarını okumuştu, bütün şiirlerini en azından hatırlayacak kadar biliyordu. Aklındakileri Alina'ya açtı. Alina:
"Mustafa, biz İstanbul'dan eşyalarımızla birlikte Datça'ya gelirken yolda söylemişti bu mısraları. Henüz hiçbir şiir kitabı çıkmamıştı o zaman düşünsene. Bu dizeleri söyledikten sonra kızarıp gülmüştü. Döndü bana, dedi ki 'Sakın bu saçma dizeleri bir daha hatırlama, sakın kimse duymasın. İçimden geldi bir anda. Ama kabul etmek lazım ki kötüydü. Bahçemizi hayal ederek bir anda aklıma gelenler ağzımdan döküldü.' Tabii ben de onu kızdırmak için hemen çantamdan Mustafa'nın not defterini çıkarıp gülerek yazmıştım. Sayfayı da koparıp cebime koymuştum alamasın diye. Hala saklıyorum. Her baktığımda gülerim. Gel zaman, git zaman ezberledim işte...
Bahar uzaklara daldı ve içinden dua etti : "Allah'ım, herkese böyle güzel bir sevgi ve gerçek bir aşk nasip et. Sonunda Alina ile Mustafa'yı birbirlerine kavuştur."
Bahar'ın yakarışında, hiç inanmadığı aşka, bu devirde bulamayacağına inandığı o gerçek sevgiye bir çağrı vardı adeta.
Kalemine sağlık olsun. İçimdeki kendime ait olan bahçeden birşeyler bulmak çok hoşuma gitti. :)
YanıtlaSilÖncelikle zaman ayırıp okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Yorumunuz ve beğeniniz için de teşekkürler. Kendinizden bir şeyler bulabildiyseniz ne mutlu bana :)
YanıtlaSilÖylesine güzel betimliyorsun ki her şeyi..Gözümde öylesine güzel canlanıyor ki..O güze kalemine sağlık..
SilÇok teşekkür ederim. Çok mutlu oldum şu anda gerçekten :)
Sil