Hava kararmaya başladığında pencerenin önündeki sedirden kalkar, yatağına geçerdi. Bunu her gün yapıyor olması kendisi farkında olmasa bile bir törene dönüşmesine neden olmuştu. Her gün hava kararmaya yüz tutmuşken perdeleri kapalı ve ara odada olduğu için karanlık olan yatak odasına geçiyor, tığ ile kendi işlediği koyu krem rengi dantel yatak örtüsünün üzerine öylece uzanıp şalını sırtına seriyor ve bir saat uyuyordu. Havalar daha serinken daha sonbaharın başında dolabın üstünden çıkardığı battaniyesini her gün almak üzere başucundaki sandalyenin üzerine koyar, yatak odasına her geçtiğinde adeta bir alışkanlık ya da doğal bir tepki gibi tek eliyle sandalyenin üzerinden alır, yatar yatmaz üzerine örterdi. O bir saat uyku onun için adeta günlük bir kaçıştı. Bir gün kapısına saklama kapları satmak için gelen bir oğlanı içeri davet etmiş, ona çay demlemiş, yanında her gün sırf bir insan yüzü görüp konuşmak için bakkala gidip aldığı hazır bisküvilerden ikram etmişti. Evine pek kimse uğramazdı. Satıcı oğlan gelince onu bırakmamış, hiç ihtiyacı olmayan saklama kaplarından almıştı. O gün pazarlamacı ile sohbet ederlerken kimsenin evini ziyaret etmediğini, gevezeliğinin kusuruna bakmamasını tatlı bir dille söyledikten sonra adam ona çocuklarının, torunlarının olup olmadığını sormuştu. Çocuklarının da torunlarının da olduğunu öğrenince "Teyzeciğim, öyleyse neden gelmiyorlar?" diye sormuştu şaşkınlık içinde. Nemini saklamaya çalıştığı gözleriyle karşısındaki pencereden gökyüzüne doğru bakmış, dalmıştı. Oğlan tekrar "Teyze!" deyince; "Yalnızlığı en çok hava kararırken hissediyorum. Bu yüzden yıllardır gün batımını görmedim.Görmek istemiyorum. İnsan hava kararırken akşam birlikte çay içebileceği birilerinin olma ihtimalini düşünüyor; yemek yerken ekmek uzatmasını isteyeceği birini arıyor hazırlayacağı tek kişilik sofrasında; yatağa girmeden birilerinin üzerini örtmeyi özleyeceğini anımsıyor. En kötüsü de bunların bir gün muhakkak olacağını düşünerek beklemek, hep beklemek. İnsan ölse de yaşayacağını umut ediyor. Ne acı!", cümlelerini bitirdiğinde gözünden tek bir damla sıcacık yaş düşmüştü. Sıcak gözyaşları hep artık geçmişte kalmış bir şeylere acındığı zaman sıra sıra gelirdi gözlerinden. O gün satıcı delikanlı karısı ve çocuklarını alıp gelecek bayramda geleceklerinin sözünü vermişti. Haline hem üzülmüştü, hem de çocuklarının ne anneanneleri, ne babaanneleri vardı. Hem kadın oldukça kültürlü, görmüş, geçirmiş birine benziyordu; kendisi, eşi ve çocukları ondan çok şey öğrenebilirlerdi, böylece hem kendi yalnızlıklarını, hem de zavallı kadının yalnızlığını hafifletmiş olurlardı. Yazık, diye düşündü adam evden çıkarken; 'Bu kadar kültürlü bir kadın kim bilir hayatında ne güzellikler yaşamış, çocuklarını ne özenle büyütmüştür. Bunu mu lâyık görmüşler?' En azından torunlarını göstermeleri gerekir diye öfkelendi içinden çocuklarına.
Adam birkaç gün sonra tekrar gelmişti kadının evine. Bu kez hiçbir şey satmak istemiyordu, yalnızca halini hatırını sormak için kapıdan uğrayıp işine kaldığı yerden devam edecekti. Keza öyle de yaptı. Kadın çok memnun olmuştu gelmesine. İçeri davet ettiyse de girmedi. Biraz daha para kazanmalıydı. Kapıdan çıkarken bir dahaki sefere karısı ve çocuklarını da yanına alıp geleceğinin sözünü verdi. Bayrama az kalmıştı hem.
Adamın merak ettiği bir şey vardı: Çoluk çocuğu neredeydi ve ne yapıyorlardı? Kadını üzmemek için sormadı o gün kapısına gittiğinde. Fakat çocuklarına o kadar öfkeliydi ki, içi içini yiyordu. Kadın ne yapmıştı da bu kadar yalnız bırakmışlardı onu?
Adam ve ailesi bayramın ilk günü kendi ziyaretlerini bitirdikten sonra ellerinde çikolata ve çiçeklerle teyzenin ziyaretine geldiler. Biri kız biri oğlan iki küçük çocuk kapıdan girer girmez kadının ellerini öptüler. Portmantoda asılı ceketinin cebinden iki parça kağıt para çıkarıp çocukların eline tutuşturmak istedi. Çocuklar babalarının gözlerine bakıp parayı geri çevirdiler utangaç yüzlerle. Kadın "Lütfen, torunlarımın yerine koydum onları, almazlarsa üzülürüm." dedi. Adam "Hiç gerek yoktu ama madem üzülürüm diyorsunuz, peki öyleyse." deyip çocuklara döndü ve başıyla parayı alabileceklerini onayladı.
Her bayram kimse ziyaretine gelmese de gençliğindeki gibi sabah erkenden kalkıp börekler, kurabiyeler yapar, öğleye doğru da çayı demler ve beklemeye başlardı. Beklediklerinin gelmeyeceğini bilirdi ancak yine de beklemekten yorulmazdı bayram günleri. Onu en çok korkutan ve üzense bayram günleri hava kararmadan yine yatağa gitmek zorunda kalması olurdu. Bu bayram satıcı adam ve ailesi hava kararmadan iki saat önce gelmiş, akşamın geç saatlerine kadar da oturmuşlardı. Sohbet etmeyi çok özlediğini farketti kadın. Onları sıkmamak için geçmişten çok bahsetmek istemese de adam ve kadın onun mutlu günlerini merak ettiklerinden ısrarla anlattırdılar.
Adam o gün merak ettiği her şeyi öğrenmişti. Çocuklarının biri şehir dışında, biri de yurtdışındaydı. Yazdan yaza geliyorlar, yalnızca tatillerinin bir günü annelerine uğrayıp gidiyorlardı. Onun dışında ne arıyor, ne halini hatırını soruyorlardı. Adam, kadından nazikçe çocuklarının telefon numaralarını sağlık problemi olursa diye gibi bir gerekçeyle istedi. Çocuklarının hali vakti yerindeydi. Kadın ise bir ay boyunca emekli maaşıyla geçiniyordu. Bunu sıkıntı etmiyordu, zaten bir kişiye yetiyor da artıyordu. İnsan tek başına olduğunda yemek bile yemiyordu ki...
Ertesi gün adam kadının şehir dışında yaşayan kızını arayıp annelerinin bir komşusu olduğunu söyledi. Niyeti insanları korkutmak ve işlerinden etmek değildi ancak bir gün önce annelerinin evine bayram ziyaretine gittiklerini, kadının durumunun pek iyi görünmediğini söyledi. "Sizi de çok özlüyor anladığım kadarıyla. Kısa zaman içinde işlerinizi ayarlayıp gelemez misiniz? Kusuruma bakmayın, bunlara karışmak elbette bana düşmez; sizi işinizden, gücünüzden de etmek istemiyorum fakat torunlarını ve sizi gerçekten çok özlüyor ve anladığım kadarıyla, nasıl söylenir bilmiyorum fakat, Allah uzun ömürler versin. Ancak anladığım kadarıyla fazla zamanı yok gibi görünüyor. Eşimle tüm gece uyuyamadık ve sizi aramaya karar verdik." dedi. Kadının sesinden derin bir üzüntü geliyordu teşekkür ederken. Sanki yılların pişmanlığı yansımıştı sesine. Ya da adama öyle gelmişti. Telefonu kapattıktan sonra eşine döndü ve "Şimdi yurtdışındaki erkek kardeşini arayacak." dedi düşünceli düşünceli.
Bayramın bir sonraki haftası adamın karısı her gün kadının evini aradı. Uzun uzun konuştular. Onun haricinde adam da iki günde bir kadına uğradı, bir fincan kahvesini içip onun mutluluğunu görüp işine daha mutlu devam etmek için uğradı. Kadın cuma günü adama "Oğlum, çok teşekkür ederim her şey için. Ailen de sen de çok iyi insanlarsınız. Beni çok mutlu ettiniz son zamanlarda. İnşallah yaşlılığınızda çocuklarınızla, torunlarınızla mutlu, neşeli günler geçirirsiniz." dedi ve güldü kapıdan uğurlarken. "Aman teyzecim, seni annemiz, teyzemiz yerine koyduk. Asıl sen sağol ki benim çocuklarım anneanne ile büyümüş olsunlar böylece. Biz her şey için teşekkür ederiz asıl. Hem bu ne böyle, tekrar geleceğiz bak, belki haftasonu sana güzel bir sürpriz yapar kapını çalarız. Şu pencereden bekle bizi olur mu?" gülümsedi ve kadının elini öpüp gitti.
Kadın akşam serinliğini hissetti, şalını üzerine iyice sarıp pencerenin önündeki sedirde birkaç dakika daha oturduktan sonra yatak odasına gitti. Tuvalet aynasının üzerindeki eskimiş gelinlik fotoğrafına baktı, gülümsedi ve eşinin fotoğraftaki yüzünü okşadı. Başucundaki sandalyenin üzerinden tek eliyle battaniyesini aldı, yatağa uzandı ve battaniyeyi üzerine çekip uzun zamandır ilk kez bu saatlerde huzur içinde uyudu...
Rüya Perisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız benim için çok değerlidir.